kevser çelik

Yazıyorum öyleyse harika!


Nereden Bakıyorsun?

https://youtu.be/865FlKxYqk8?si=231VKsby9W5py_kd
Yazı boyunca dinlemek istersen 🙂 Dahası, yazıyı hayal etmek istersen.

Son zamanlarda görgü üzerine çok düşünüyorum. Ya görmüş geçirmiş olmak ya da olanların dizinin dibinde büyümek gerekir sonucuna vardım şu ana kadar.

Bireyselleşmenin tam ortasında, hayatta kalmaya çalışırken bir nevi, birinin dizinin dibinde büyüyecek zamanlarımız yok. Kendi hayatımı şekillendirmek için durmaksızın ipleri koparırken bir yandan da kök salmaya çalışıyorum. Nereden yüzümü çevirdiğim kadar nereye baktığım, kiminle baktığım da bu tasarımın temeli oluyor.

İçimden baktığımı, kendim olarak baktığımı sanıyordum. Oysa yaşadığım, büyüdüğüm mekanların fısıltıları iç sesim olmuş da yeni fark ediyorum. Bu yüzden koparmaya, kopmaya ihtiyacım olduğunu görüyorum. Baktığım açıları değiştiriyorum, çok sık. Köklerimi sağlamlaştırmaya çalışıyorum -ki döneceğim yeri unutmayayım.

Yeryüzünü sizin için kullanışlı hale getiren O’dur. Üzerinde dolaşın ve Allah’ın rızkından yiyip için; (ama unutmayın ki) dönüş yalnız Allah’adır.

Mülk Süresi-15

Tarihi yerleri gezmenin anlamı nedir sizce? Neden dağa, taşa gider bakarız; yolculuklar yaparız?

Van-Aktamar Kilisesi

Mesela eski zaman mekanlarının doğayla doğrudan bağlantılı olması, insanın iyiliğine seslenmek için bir yol gibi gelir bana. Aktamar Kilise’sinde üzerinde hiç oynanmamış bu manzaraya bakarken de böyle hissetmiştim. Sanki dünyada bir tek burası varmış gibi bir dinginlik. Teklifiyle uyumlu olduğunda nasıl da etkili oluyor.

“Mimaride” diyor Turgut Cansever, “bir şeyin güzel olduğunu bize huzur, neşe, ümitlilik vermesinden anlarız.”

Mimarî, tüm varlık düzeylerinde, özellikle de insanın bilinç ve bütün tarihinin mekân-zaman bağlamında tüm varlık problemleri dikkate alınarak tahlil edilmelidir.

Turgut Cansever – İslam’da Şehir ve Mimari

Bulunduğum yerlerin ruhu nasıl da ele geçiriyor beni. Onun yaşanmışlığı ile bütünleştiğimi, öğrendiğimi, değiştiğimi fark ediyorum. Bilincimi yeniden yeniden inşa ediyorum.

Öyle bir bina yap ki güneşimin önünde gölge etmesin; öyle bir yol yap ki karıncaların rızık yürüyüşleri üzerinde meşin ökçe olmayayım. Öyle bir pazar kur ki sattığım mal işsiz bırakmasın seni, anasından hür doğmuş adamı maraba kılmasın; dünyayı yese doymaz obura. Öyle bir akit ki, benim menfaatim senin rezilliğin olmasın diyenlerin diyarıdır şehir. Müslüman bir toplumdan ağaca kuşa, güneşe, insana, yolcuya, aleme doğru vakfedilmektir.

Lütfi Bergen-Kenti Durduran Şehir

Hayat baktığım yerden şekilleniyor. Nereden bakıyorum?

Tabi tüm bunlar anlatacak bir hikayeniz olup olmadığına dolayısıyla hayata hangi gözle baktığınıza bağlı. Ne kadar hayal ettiğime, hangi tekliflere sahip olduğuma, varlıkla bütün halde yaşamaya. Dedim ya, nereden baktığım şekillendiriyorsa bu yerin anlattıklarını da sırtlanıyorum.

Mardin’e baktığımda, Mezopotamya önümde bir deniz oluverdi sanki. Sarı şehrin rengarenk toprakları vardı. Ulu Camii minaresinde büyülendiğimi hatırlıyorum. Suryani, Ermeni ve Müslüman ustaların yaptığı minarede her birinin kültürüne dair simgeleriyle nasıl da güçlü duruyordu.

Diyarbakır beni siyah bazalt taşlarından oluşmuş bir Ulu Camii ile karşıladı. Binlerce yıl önce patlamış bir volkanın şehre armağanıydı bu taşlar. Yine hepsinin üzerinde hikayeler vardı. “Dünya bir handır, bir kapıdan girer bir kapıdan çıkarsın” felsefesini anlatır bu şekiller demişti rehberimiz.

Görebilseydim mesela Habibi Neccar Camiini kim bilir o neler söyleyecekti bana… İki havariden mi bahsedecekti? Yoksa hangi dualara şahit olduğundan mı? Yıllar içinde çevresi gibi çehrelerin de nasıl değiştiğinden mi?

"...
İnsan yaşadığı yere benzer  
O yerin suyuna, o yerin toprağına benzer  
Suyunda yüzen balığa  
Toprağını iten çiçeğe  
Dağlarının, tepelerinin dumanlı eğimine 
...
Umudu dürt
Umutsuzluğu yatıştır
..."
Edip Cansever-Mendilimde Kan Sesleri

Yaşadığım yerlere benziyorum. Aceleci ya da sakin; anlayışlı ya da kaba. Baktığımda bana bir hikayeyi hatırlatmıyorsa, kendim dışındakileri düşünmeyi doğal hissettirmiyorsa, insan olmanın farklı boyutlarını yaşayamıyor ya da ifade edemiyorsam gerçekten yaşıyor muyum? Ya da yıkmaya birkaç ırgatım yeterli ama yeniden inşa için Sinan’ı ya da Süleyman’ı arıyor, koruyor, yetiştiriyor muyum?

Deniyorum. Sadece görmek için doğru yerlere bakmam gerekiyor. “Benden olmalı” sanrısından, hak her zaman benim yanımdaymış yanılgısından kurtulup hak olanın yanında yer almayı önceleyerek.

Ne diyordu baştaki şarkıda? “Hüznün gerçekçi değil, beni sen seçtin. Pişman olmayasın?”

Bir kere seçtikten sonra geri dönme hakkın yok gibi hissettirilmek istemiyorum. Bu, kendime zulüm.

Muhakkak o kimseler ki, nefislerine zulmeder oldukları halde canlarını melekler alacaklardır, «Ne işte idiniz?» diyeceklerdir. «Biz yeryüzünde zayıf sayılır kimseler idik,» derler. Melekler de, «Allah’ın yeryüzü geniş değil mi idi ki, hicret etseydiniz.» deyiverirler.

Nisa Suresi – 97

Buradaki ayeti, bakış açımı değiştirmek olarak düşündüğümde, başka başka yerlerden bakacak kadar göz var, kullansana diyorum kendime.

Sözün özü, neydi bu çirkin ya da öteki görünme pahasına hakikatin yanında olma çabası? Neden seçimlerim, görmeyi seçtiklerim bu kadar önemli?

Kıyamet günü Yaratıcı’ya anlamlı ve onurlu bir hikaye anlatabilmeliyim.

Ayşe Şasa-Delilik Ülkesinden Notlar

By:


Yorum bırakın