kevser çelik

Yazıyorum öyleyse harika!


İçimi Ne Şenlendirir?

Üniversiteden beri Tübitak’ın düzenlediği gökyüzü gözlem şenliğine katılmak için kuraya katılıyordum. Yıllarca hac kurası bekler gibi bekledim adımın çıkmasını. Nihayet 2018 yazında gitmeye hak kazandım. 3 gün boyunca gündüzleri astronomi hocalarından ders alacak geceleri de türlü teleskoplarla gökyüzünü inceleyecektim.

Gel gör ki hayatımda daha önce hiç kamp yapmamıştım. Arkadaşımdan ödünç aldığım 3 kişilik çadırı kurmama görevli öğrenciler yardım etse de ben çadırda nasıl kalacaktım? Ne uygun bir şilte getirmiştim ne de ışıklandırma. Her şeyi geçtim, Ağustos ayında Antalya Saklıkent’te geceleri üşümekten-evet üzerime alacak ince bir örtüden başka bir şeyim yoktu- ağlayacak hale gelip güneş doğduğunda da kavruluyordum çadırın içinde.

Önümde 2 seçenek vardı: Bu 3 gün boyunca ya mızmızlanacaktım ya da kabullenip gereğini yapacaktım. Bana lazım olan tek şey Elmalılı Hamdi Yazır’ın tefsir başına geçerken ettiği duada gizliydi:

“Şaşırtma beni, doğruyu söylet; neşeni duyur, hakikati öğret!”

İnanılmaz bir dua değil mi? Aldığı sorumluluk, bilginin verdiği ağırlık karşısında duasında istediği şeyin neşe olması! Hakikate giden yolun ön şartı olarak neşeyi görmesi 🙂

Sahi neşe hayatımızda nerede duruyor? Nasıl tanımlanıyor?

Ben yapsam nasıl yapardım neşenin tanımını?

Tüm zamanlarda izlediğim en iyi 5 film içinde olan Ters Yüz, çocuklara özel bir animasyon gibi görünse de aslında tam biz yetişkinlere hitap ediyor. Hatırlayın-ya da kesin izleyin!- Riley, 11 yaşında, ailesiyle farklı bir yere taşınıyor. Durumu kabullenmesi zaman alıyor çünkü o zamana kadar alışmış olduğu rutinlerin tamamı değişiyor. E haliyle duygu yönetimi de farklılaşıyor. O yaşına kadar “neşe” duygusu asıl yönetici olsa da yavaş yavaş “üzüntü”nün de sahneye çıktığını görüyoruz. Film boyunca Neşe karakteri Üzüntü’nün kontrolü ele almasını engellemeye çalışıyor ancak sonunda anlıyor ki üzüntünün de hayatımızda asıl bir yer olduğunu kabullendiğinde en gerçek anılar ortaya çıkıyor.

Ted Gibi Konuş kitabının yazarı, ilk bölümde içinizdeki ustayı çıkarın derken son paragrafta tüm önerilerini tek bir cümle ile özetliyor: “İçimi ne şenlendirir?” diye sorun. Yanıtı, hayatınızın konuşması yapmanıza yolu açacak!

Sahi içimi ne şenlendirir? İleride cevabı değişecek belki ama şu an için, bulunduğum yerle/durumla/duyguyla barışmak. Küs kalmadan, anlamaya çalışarak, omuz silkmeden olduğu gibi görmek. Bir devamı olacaksa, bugünü bereketli bir geçmiş haline getirmek için hayatımın sonunda, kalıcı anılarımın melez olacağını ve bilmenin neşesine de ancak bu şekilde varacağımı kabullenmek. Her fırsatta gökyüzüne bakmak. Gelecek olanı korkuyla değil umutla beklemek.

Aksi halde?

Bu söyleşide ilginç yazarlardan biri olan Terry Eagleton’a “Kötülük neden çekici?” diye soruyorlar. “Erdem sıkıcı hale geldiği için” diyor. Sıkıcı mı? Kendi tanımımızı yapmadığımız her kavram bir süre sonra sıkıcı hale geliyor. Yaşarken içini doldurmadığımız için. İçini dolduramadığımız konulara inanmadığımız için. İnanmadığımız bir konuyu başkalarına hissettiremediğimiz için… Böyle devam ediyor.

Pazartesi bir sendrom mudur benim için yoksa kabullenilen bu olduğu için mi ben de bunu beylik bir laf haline getiririm? Zeki insanlar dağınık ve az konuşan mı olur? Hayatta alacaklı gibi davranmak en temelde bu neşeyi engelliyor olabilir mi? Kendi isteğimi gözümde fazla mı büyütüyorum? Ciğerlerim hava almayı, kalbim atmayı benim irademle gerçekleştirmiyorken olanlar sadece ben istediğimde gerçekten değişecek mi?

Değişmeyecekti. Kampta bunu bizzat yaşamıştım. İkinci yoldan gittim ve öncelikle kabullendim. Evet, hazırlıklı gelmemiştim. Bu kimsenin suçu değildi. Ama bunu yapmadım diye de 3 günü kendime zehir edemezdim.

Kalan günler boyunca güneşin doğuşuna en yakın saatte uyumayı seçtim 🙂 Tüm zamanımı teleskop başında ya da hocaların derslerinde geçirdim. Ve korku duygusuna en yakın duyguyu ise Satürn’ün halkalarını gerçekten gördüğümde hissettim 🙂

By:


“İçimi Ne Şenlendirir?” için 2 cevap

Yorum bırakın