kevser çelik

Yazıyorum öyleyse harika!


Bu Gidiş Nereye?

Sürprizi seviyor ama değişikliği hayır. Sürekli üstüne koyduğun bir heyecan bekliyor ki oksitosin, dopamin salgılasın ama sonra? İşte sonrası her ne varsa en kolay uzanabileceğin, seni asıl konulardan alıkoyacak, ertelediğini unutturacak onun etrafında buluyorsun kendini. Artan dozlarla. Bir aralık geliyor, yapman gereken işler, katılman gereken görüşmeler, ilgi göstermen gerekenler kapında. Zaman asla yapmak istediklerimize yetmiyor. Ne yapıyoruz bunca vakit? Bu darlıktan dolayı da Elif demeden fergaba varmaya and içiyoruz sanki.

Siz geniş zamanlar umuyordunuz

Çirkindi dar vakitlerde bir sevgiyi söylemek

Yılların telaşlarda bu kadar çabuk geçeceği

Aklınıza gelmezdi

Behçet Necatigil-Sevgilerde

Çözüm? O da var elimizde, tabii. Hedef belirliyorsun kendine. Ne istediğini bulmak için kendine dönüyorsun. Yapacaklarını göz önüne getiriyorsun. Harika adımlar! Yapmaya çalışıyor musun? Evet. Ne kadar sürüyor? Çok kısa.

E ama iraden?

Antik Mısır’da yetişen bir prens. Haksızlığa tahammül etmeyip karşı çıktığı için sarayından ayrılmak zorunda. Anlamaya çalıştığı hayatında bildikçe sorumluluğu da artmakta. “Daha çok bilmek istiyorum, benden daha iyisiyle tanışmak istiyorum” niyetinin karşılığını bularak zamanının bilgin insanlarından biriyle bir yolculuğa çıkıyor. Bugünden yarına öğrenmek gibi bir acelesi de var bir yandan. Bilgin, “Sabredeceksin” dedikçe Prens sorularını sormaya devam ediyor. “Neden gemiye zarar verdin?”, “Niye köylülerden ücret almadın?”… Sorması gerektiğini düşünmesinde sorun yok ancak hemen öğrenmesi gerektiğini düşünüyor olması onu Bilgin’le yapacağı seyahatten mahrum ediyor.

Çok fazla ben anlatısına maruz kalmışım gibi. Keskin bir gözlem gücü, çok okumak, kendini tanımaya çalışmak ve daha fazlası. Ertelemenin arkasındaki gerçek korkuları anlamaya çalışmak. Ne kadar kıymetli; ancak gerçekten sadece birinci tekil şahıs olarak cümlelerin öznesi olmam yeterli mi?

Belki de tanımı baştan yapmaya çalışmam gerekiyor. İnsan olmaktan istifa edemiyorsam, ne olduğunu yeniden yeniden anlamam ve hatırlatmam gerekiyor. Belki de en rahatlatıcı tanımı eksik olmak. Unutmak, hata yapmak sonra da oradan geçmenin adımlarını aramak. Arayanlarla beraber olmaya ihtiyaç duymak.

Bana öyle geliyor ki ertelemekten, kendimize ve dahi çevremize yetememe halinden kurtaracak, hatta irademizi güçlendirecek ilk reçete kanaat. Şu an ve burada elimde ne varsa bununla mutlu olmayı ve harekete geçebileceğimi öğrenmek. Ana odaklanmanın anahtarı. Kıyaslamaya girmeden, yarını dert etmeden. Bir anda büyük adımlar atmayı hedeflemeden. Bu yazıyı yazmak için beklediğim mükemmel zaman gelmedi. Yeterince iyi olmasına kanaat etmem gerektiği söylendi.

Kim tarafından?

Bu soru da beni ikinci reçeteme götürüyor. Ne kadar yapacaklarımı listelesem, kendime hedefler koysam da tek başına yapmam hayal. Bana inanan, benim için işleri kolaylaştıran insanların varlığına ihtiyaç duyuyorum. Yardım isteyebileceğimi kendime hatırlatıyorum. Ama bunun, impostor sendromu denilen kendini sadece başkalarının destekleriyle var etme ve tek başına aslında yeterli olmadığını düşünme yanılgısına dönüşmesine de izin vermemek için bir adım daha gerekli: Ben de başkalarının işlerine el attıkça ürettiğimi, yeterli olduğum adımlar olduğunu öğreniyorum. Hem kendimden hem de başkalarından boğucu beklentilere girmeden. Kolay değil, e ama zaten konumuz bu da değil.

Bahsettiğimiz Prens yani Hz. Musa(a.s.) ile Hızır(a.s.)’ın karşılaşmasının ardında elbette farklı hikmetler olduğuna inanıyorum. Ama bu beni Hz. Musa’nın insani tarafını görmenin mutluluğundan alıkoymuyor. Adım atma gayreti ama reddedilişi bende bunun bir sorun olmadığı inancını kuvvetlendiriyor. O’nun bana böyle anlatılması bahsettiğim insanlık tanımıma temel oluşturuyor.

Bu arada, eskiden, mekteplerde Elif harfiyle Kur’an okumaya başlayan çocuklar Kitabı sondan başa doğru okur, İnşirah suresini de tamamlaması yani son kelimesi “fergab”a gelmesi bu işi çözdün sen anlamına geldiğinden hediyeler alır, aileleriyle kutlamalar yaparlarmış. Üstelik hepsinin aynı anda fergaba ulaşmasını beklemeden. Hala bazı yerlerde devam eden bu geleneği kendime hatırlatıp sokaklarda fergab diye bağıramasam da Elif demenin tadını çıkarmaya başlayabilirim gibi geliyor.

Bu gidiş nereye? Artık apaçık iki reçetem varsa ufak da olsa adım adım takip etmeye 🙂

By:


Yorum bırakın